Her yükselişin bir düşüşü, her düşüşün de bir yükselişi vardır derler. Bu doğru çünkü ne en güçlü sonsuza dek zirvede kalabilir, ne de en zayıf sonsuza dek dipte kalacak kadar güçlü olmaz. İşte bu yazıda sürekli güçlü ve sorunsuz olduğu düşünülen Almanya'nın futbol milli takımının yaşadığı bir yükseliş-düşüş hikayesini ele alacağım.
Alman Milli Takımı büyük bir ara vermişti. Bunun nedeni 2. Dünya Savaşı'nda kaybeden tarafta olmaları, daha doğrusu direkt olarak savaşı çıkartan ve kaybeden taraf olmaları. Nazilerin yönetimindeki Almanya, önce Avrupa'da sonra da dünyada büyük sorunlara ve yıkımlara neden oldu. Bundan hem müttefikleri hem de düşmanları büyük yaralar aldı. Bu nedenle Almanya yıllar boyunca uluslararası turnuvalardan men edildi, diğer konularda olduğu gibi dışlandı. Halbuki Otto Nerz yönetiminde - ki kendisinin Nazi Partisi'ne Adolf Hitler 1933'te gelmeden önce katılmıştı - Almanya 1934'teki Dünya Kupası'nda üçüncü olmuştu. Bu başarıyla beraber ülkede futbola ilgi artarken, 1936'da Almanların ev sahipliği yapacağı Olimpiyatlar için beklentileri hayli arttırmıştı. İlk turda Lüksemburg'u 9-0 yenerek şov yapan Almanlar, ikinci turda ülkemizi 4-0 yenip üst tura çıkmaya hak kazanan Norveç ile eşleşmişti. Norveç'e karşı sürpriz bir yenilgi alındığında da zaten fişi çekildi ve yerine öğrencisi Sepp Herberger geçti.
Alman futbolunda gelenekselleşecek öğrenci-öğretmen ekolünü başlatan ikili Otto Nerz (solda) ve Sepp Herberger (sağda)
İşte hikayemize yavaş yavaş başlıyoruz. Herberger takımın başına gelse de 1938'de savaşın ayak sesleri yavaş yavaş duyuluyordu. Almanya, Avusturya'yı işgal etmişti. Bu durumda da kupaya Avusturya ve Almanya takımı ortak olarak katıldı. Yine de bunu sindiremeyenler vardı, Matthias Sindelar da bunlardan birisi. Almanya forması giymek istemeyen Sindelar, son maçında Almanya ile oynadıkları hazırlık karşılaşmasında rakibini rezil etmesinin yanı sıra bir de gol atmıştı. Avusturya futbol tarihinin en büyük efsanelerinden birisi olan Sindelar, son maçında Nazi Almanyasını 2-0 yenince olanlar oldu. Bu maçtan neredeyse bir sene sonra olan gizemli ölümünde Nazilerin parmağı olduğu söyleniyor.
6 Alman, 5 Avusturyalı oynamak durumundaydı Herberger. Avusturya da Tuna Ekolü ile önemli bir isimdi. Zaten o güne girdiği ilk ve tek Dünya Kupası'nda (1938 İtalya) dördüncü olmuştu. İlk turda ise rakipleri İsviçre'ydi. İlk maç 1-1 bitince tekrar maçı oynandı ve İsviçre 2-0 kazandı. Daha sonra genç ve Nerz'den aldığı bilgilerle gelecek vaat eden bir teknik direktör olan Herberger, başarısızlık ardından Nazilerin uluslararası futbol müsabakalarını yasaklaması ve 2. Dünya Savaşı'nın ardından Almanya'nın bu turnuvalara alınmaması nedeniyle kendini gösterme şansı bulamadı.
1954'te ise turnuvaya katılmalarına izin verildi. Turnuvayı düzenleyen ise Almanya'yı katıldığı son Dünya Kupası'nda eleyen İsviçre. Ayrıca bu Türkiye'nin katıldığı ilk Dünya Kupası. Türkiye'nin ise bu hikayenin baş kahramanı Batı Almanya! Macaristan ve Türkiye seri başıyken, Batı Almanya ve Güney Kore gruptaki iki takımdı. Turnuvada garip bir format vardı, seri başları birbirleriyle oynamıyordu. Yani herkes iki maç yapacaktı. Biz de bu yüzden Ferenc Puskas ve turnuvanın gol kralı Sandor Socsis'in olduğu harika Macar kadrosuyla maç yapmadık. Yine de bu bizim değil, Batı Almanya'nın hikayesi. Hem biz, hem de Batı Almanya bir mağlubiyet bir beraberlikle aynı puanda olunca baraj maçı oynandı ve Almanya 7-2 kazanarak üst tura çıktı.
"Patron" lakaplı Helmut Rahn yine golü kokluyor
Çeyrek finalde karşılarında teknik açıdan üstün olan Yugoslavya vardı. Ancak Almanlar fiziksel üstünlüklerini kullandı ve 9. dakikada öne geçince de oyunu yönlendiren taraf oldu. 85'te bir nevi o zamanın Thomas Müller'i olan Helmut Rahn farkı ikiye çıkardı. Turnuva başında favori gösterilmeyen Batı Almanya yarı finale kadar gelmemişti. Buraya kadar gelmeleri saçma görülüyordu. Ancak aslında bir ülke bir nevi küllerinden doğuyordu. İş yarı finalle de kalmadı, 1938'de birleşip katıldıkları Avusturya ile yarı finalde karşılaştılar. 1-0 geriye düşseler de 6-1 kazanmayı bildiler. Finalde ise karşılarında kusursuz Macarlar. Hatta bazıları, Hollanda'nın ünlü ettiği Total Futbol'un asıl kurucusu olarak Macaristan'ı görür.
Gelelim Herberger gibi bu hikayenin diğer bir bireysel kahramanına: 34 yaşındaki orta sahanın kalbi, takımın kaptanı Fritz Walter. Ancak hikayesi ileri yaşta finalde oynamasından çok daha fazlası. Savaş patlak verdiğinde 19 yaşında geleceği parlak görülen ve doğduğu şehrin takımı Kaiserslautern'da oynayan Walter'ı Almanya teknik direktörü Herberger'in fark etmesi uzun sürmedi. Fritz, ülkesini savaş alanında değil sahada temsil ediyordu. Ancak ülke topyekun savaşa girdiğinde o da mecburen birliğine gitti. Amerikalılara teslim olmak istediler. Oldular da, ancak Amerikalılar onları Sovyet bölgesinde olduğundan onları bölgenin sahibine teslim etti.
Fritz Walter, tüm kariyerini Kaiserslautern'da geçirirken savaş sonrasında burada iki şampiyonluk kazandı. 1954'te Dünya Kupası'nın en iyi üçüncü oyuncusu seçilirken en iyi on bire de girdi. 1995'te - ölmeden yedi yıl önce - FIFA Liyakat Nişanı kendisine layık görüldü.
Şanssızlık mı? Daha en büyük rastlantıyı görmediniz. Çalışma kamplarına giderken Ukrayna'daki bir esir kampında durdular. Burada Slovak ve Macar komutanlar futbol oynarken Fritz de oynamak istedi, oynayınca da farkı ortaya çıktı. Bu maçı "en önemli maçım" olarak belirtiyordu. Yetkililer onun kim olduğunu fark edince, Sibirya'ya gönderilmemesi için sahte evraklar çıkardılar. Böylece Sibirya'ya gitmedi ve 8 ay boyunca esirlere futbol öğretti. Serbest bırakıldıktan sonra futbola geri dönüş yaptı. Ancak damgasını burada vurdu.
Peki onu fark eden yetkili kim miydi? Macar bir subay! Şans ki o subay onu Almanya formasıyla izlemişti ve attığı golleri hatırlıyordu. Grupta karşılaştıkları, belki de kariyerini kurtaran subayın ülkesi Macaristan. Macaristan açık ara favoriydi. 4 yıldır hiç yenilmemişlerdi. Ancak Almanya için ufak bir umut vardı: Hava yağmurluydu. Bunun sebebi savunma yapmaları, rakibin oyununu rahat bozabilecek olmaları değil. Walter yağmurlu havada daha iyi oynuyordu. Nedeni savaşta geçirdiği sıtma, bu yüzden güneşe dayanamıyordu.
"Altın Takım, Ulu Macarlar, Muazzam Macarlar, Sihirli Macarlar" O Macar takımı o kadar iyiydiki bu lakaplarının yalnızca bir kısmı
Sakatlığından ötürü birkaç maçı kaçıran Puskas da sahada olacaktı. Macaristan kendinden bir hayli emindi. Çoğu kişiye göre tek bir galip vardı ve bu belliydi. Zaten sekiz dakikada 2-0 öne geçmeyi başardılar. Yine de Puskas'ın sakatlığı onu biraz zorluyordu. Daha sonra Batı Almanya, Morlock ile farkı bire indirdi. Ardından Rahn yine kendinden bekleneni yapıp golü attı. 84. dakikada da galibiyeti getiren golü attı. Puskas iki dakika sonra beraberliği sağlasa da İngiliz yan hakem ofsayt gerekçesiyle bayrağı kaldırdı. Puskas ise bunu Wembley'de İngiltere'ye 6 gol atmasının intikamına bağlıyordu. Böylece Batı Almanya 3-2 kazanarak Jules Rimet kupasına uzandı. Bu maç "Bern Mucizesi" olarak anılacaktı.
Nerz'in öğrencisi Herberger, savaştan ve esirlikten sıyrılan Fritz'in kupaya uzanışı çok özeldi. Zaten bu ikilinin yakın bir ilişkisi vardı. Fritz, takımın sahadaki lideri ve beyniyken, hocasının da direktiflerini sahada yayan bir isimdi. Zaten milli takımı bırakan oyuncusunu 1958 Dünya Kupası'nda oynaması için ikna etmişti. Batı Almanya'nın da bu zaferi ülkenin yeniden yükselişiydi. Bu bir futbol zaferinden çok daha fazlasıydı. Artık ulusun gurur duyabileceği, kendini tekrar gösterebileceği bir şey vardı. Batı Almanya en azından moral olarak tekrar ayaktaydı.
Muhteşem Macarlar mı? Bu yıkıcı yenilginin ardından yıkıldılar. Ama sebebi yenilgi değil, Sovyetler Birliği'nin ülkeyi ilhak etmesiydi. Böylece oyuncular dağıldı ve başka ülkelerde oynarken, milli takımlarını da değiştirdiler. Macarlar bir daha asla böyle bir takıma sahip olamadı. Almanların yükseliş hikayesi burada başlarken, bir sonraki yazıda çöküşlerine değineceğiz.
Not: Bu yazıda belli bilgiler Mert Aydın'ın "Dünya Kupası Tarihi" kitabından alınmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder